10 Haziran 2010 Perşembe

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER...

Arıyorum, arıyorum bulamıyorum.

Yollar deniyorum, insanlar deniyorum, sözcükler kurup öznelerini soruyorum, bulamıyorum. Bir ikindi vakti çay bardağının kenarından bakmaya çalışıyorum hayata, göremiyorum. Tek bir kaldırımı on beş kere, inanabiliyor musun on beş kere, inip çıkıyorum, olmuyor.

Zurnanın zırt dediği yeri kapatmışlarda benim mi haberim yok. Şimdi Selin olsa bana bir olumlama verirdi, Ayşen olsa “saçmalama lan” derdi. Ben olsam kendime ne derdim acaba?

Yarın ki sınavıma çalışmamak için bulduğum bir yol olduğunu itiraf eder miydim kendime? Çok meraklandım şimdi, ama işim var daha zurnanın zırtladığı yeri bulacağım, yoğunum.

Zurnanın zırtladığı yerde de güneş doğuyor mudur ki? Keşke güneş yerine orda her sabah Gerard Butler doğsa. Ama nerde ben de o şans, zırtlayan yeri bulsam doğan ancak Mahsun Kırmızıgül olur. Güneşi gördü ya o, güneş olabilir hani o bağlamda. Ahahaa ne komik! Komik mi gerçekten? O zaman neden ağlıyorum. Neden sümükerim akıyor ve neden ben burnumu kazağımın koluna silmek zorunda kalıyorum. Neden Gerardımın geniş omuzlarına o bana güzelcene sarılırken burnumu sürtemiyorum?

Ben daha zurnanın zırtladığı yeri bulamazken telefonum bilindik melodisinde çalıyor tüm zurnalara isyan ediyorum da neden telefonumu açamıyorum?

Bak telefonu boşver, ben ne yaptım onu anlatayım…. Sıçrama iyidir, birazdan zurnada sonrada zırtladığı yerdeyiz… Devam et…


Dur bir dakika Gerard’a ne oldu? Bırak Gerard’ı şimdi, akşam kırmızı şarapla gelecek… Biz işimize bakalım. Ne anlatıyordum. Benim bir kankam var Yunus Bülbül olmaya karar verdi. Çalışmalara başladı ben de ona yakışır biri olmak istiyorum. İlkten dedim ki Bergen olayım sonra fark ettim ölü olarak bir işe yaramam en iyisi Kibariye olmak… Nasıl fikir? Böylece zurnalara hep yakın olacağım ve zurnanın zırtladığı yeri bulmam kolaylaşacak. Bazen çok zeki olduğumun farkındayım, evet!.. Ama telefonum hala çalıyor ve o melodide çalıyor. Hayatımı değiştirmeye melodimi değiştirmekle başlamaya karar verdim. Zurnanın zırtladığı yeri bulduğumda saçlarım belimde olmalı, gözlerimin rengi biraz daha açılmalı ve lacivert bir stilettoyla salınmalıyım. Grotesk bir espri bulup onu ezberlemeliyim. Orayı bulduğumda tamamen hazır olmalıyım. Hem de her şeyimle en önemlisi laciler… Biliyorum akşam o adamın lacivert gözlerine bakarken fark ettim. O renk olmalılar. İçinde tutku aynı zamanda arzu barındırmalı… Öyle hemen değil ama teslim olmalı bakan. Hani bilirsin, nasıl olduğunu… Öyle işte!

Geçen gün televizyonun önünden geçiyordum bir kelime duydum “boş ver” diyordu biri… Neden daha önce böyle bir şeyi düşünmediğimi anlayamadım. Sanırım artık televizyon seyretmeye başlamalıyım, öğreneceğim çok şey var. Yolumu kısaltabilir…


Artık aynı kaldırımı on beş kere çıkıp inmiyorum, televizyon seyrederken koltuğun üstünde zıplıyorum doğru cevaplar bana gelsin diye. Sanırım daha rahat bir yöntem en azından çişim geldiğinde hemen tuvalete koşabiliyorum. Bu durumdan en çok kedim memnun, o da benimle zıplıyor. Sonra çişimizi yapıp evin içinde koşturmaya başlıyoruz. Bunu da kedimden öğrendim. İşedim mutluyum rahatlığıyla koşmayı yani… Hayat bazen ne kadar kolay ve güzel. Belki de zurnanın zırtladığı yeri bulmadan da rahatlayabilirim. Olabilir mi? Ama ya laciler…. Hii onlar benim olmalı, onlarla salınmalıyım.

Geçen gün annem bana bir hediye almış, nasıl heyecanlandım. Delirdim paketi açarken, sonra ne göreyim “saç tokası” hem de mustili yani bildiğin hello kitty’li… Tamam da ben kadın olmaya karar vermiş ve zurnanın zırtladığı yere doğru gitmekteyim, yani şimdi bu ne?? Söyle…

Konuda dağıldı iyi mi, benim de sinirlerim bozuldu iyice bak, gene ağlıyorum. Kedim geldi kafamı ısırıyor, Seda Sayanı izlemek istiyormuş. Off ya… Sıkıldım hadi izleyelim bari…

Bok oldu zurnanın zırtladığı yer ama unutmadım, saçlarım uzamaya devam ediyor. Yarın sabah koşmaya da başlıyorum… Belki o bana gelir. Hep bana gelmesini beklediklerim hesabı…


Hadi sevgiler… Gelirim gene…