22 Aralık 2008 Pazartesi

İÇİMDEKİ POLLY VE ANNA

Hanginizden başlayayım?... Polly… Anna…

Şöyle sıcak bir kakaolu süt alıp TV karşısındaki Amerikan işi koltuğa oturup uzaktan bakmalıyım onlara. Daha üşüme mevsimi gelmedi ama ellerim ve ayaklarım buz gibi, havanın bulutlu olması da cabası, böyle zamanlarda insanın canı hiçbir şey yapmak istemiyor. Eylül ayında patik mi giyilir canım? Sanırım uzaktan bakma eylemi hemen işe yaradı. “Sen hangisisin yavrucuğum? Polly misin? Yoksa Anna mı?”

Henüz koltuğa popomu yerleştirmemiştim bile, aklımın duvarlarını yağmalayan iki kadından biri işinin başındaydı. Elimdekiyle yerleştim uygun gördüğüm yere, şimdi tekrar soruyorum; “sen hangisisin?...” Bu koltuğu iyi ki almışım, zamanında bok gibi para verdim ama hakkediyor doğrusu. Hmm ellerime sağlık, alt tarafı sütün içine kahverengi bir şey karıştırıyorsun kakao denen; ama mucize gibi, lezzete bak… dememe kalmadan birden bacaklarımı uzattığım sehpadan yere indiriyorum, ayağa kalkmamak için kendimi zorluyorum ve dayanamayarak kalkıyorum. İşe gitmeden önce kendimi iyice inceleyebilmek için sokak kapısının yanındaki, bir filmden görüp de özendiğim, bulmak için kendimi paraladığım, aylar sonra ancak bulabildiğim sevgili aynamın yanına gitmemek için zorluyorum kendimi. Birden kulağımı tırmalıyor sesim, “sen hangisisin?” diye bağırıyorum. Aynanın karşısına gitmediğimden suratımın almış olduğu ifadeyi ancak hayal edebiliyorum.

Burnundan derin bir nefes al ve ağzından ver diye fısıldıyor, içimden bir kadın. Ben hiç yapmadığım şekilde talimatı alıyor ve uyguluyorum, sonrasında popom gene ait olduğu yerde. “Sen Polly’sin”, diyorum. İtiraz ediyor dingin ses, “hayır”, diyor “ben Anna’yım. Benim ön sırada yer alabileceğimi nasıl düşünürsün? Ben Anna’yım, anaç olanım, anayım, askerlere ayran dolduranım. Biliyor musun? Polly de iki tane L harfi var diye bende bir tane olan N’nin yanına bir eşini daha koydular, ses etmedim, anayım ya!”

“Böyle salakları dinlemekle zaman kaybettiğinin farkında değil misin?” Korkudan koltuktan bir-az zıplasam da sesin çekiciliğini hemen ayırt ediyorum. “Sen Polly’sin”, diyorum. “Ha şunu bileydin derdim, eğer şu anaçlıktan annası ağlamış kadın olsaydım. “Ben Polly’im şekerim”, diyor ve yanıma oturmak için hareket halinde seksi bir kadın beliriyor oturma odamda. Biraz şaşırıyorum haliyle şaşırmazlık takınıyorum, beceriyorum da. Ne güzel dudakları olduğunu aklımdan tam geçirecekken birden bir kadın daha beliriyor, bu sefer büyük LCD ekran televizyonumun önünde. O an nedense şükrediyorum hayranı olduğum dizi Sex And The City oynamadığı için. Tavşan gözlerle bakıyorum, kadın yüzüme gülümsüyor, ben ayakkabılarına dikkat kesiliyorum. Kendime geldiğimde hemen şöyle diyorum; “sen Anna’sın.” Şalvarlı olarak hayal ettiğim kadını üzerinde mükemmel duran bir döpyezle görmek beni etkiliyor. Gülümseyerek diğer yanıma oturuyor, artık üç kadınız. Bu geceyi yalnız geçirme planlarımın suyla haşır neşir olduğunu çişimin gelmesiyle fark ediyorum. Bir yere gidemiyorum, hesaplaşma vakti….

Sehpamın üzerine oturup ikisini karşımda bırakıyorum. Milletin teyzelerinden bana ne hırçınlığıyla hanginiz başlayacak diyorum. Polly bacak bacak üstüne atarak konuşuyor. “Bu koltuğu beğenen ve almanı sağlayan bendim”, diyor. Anna da ardından “bu koltukta keyifli zaman geçirmeni sağlayan da benim”, diyor. Yani diyecek oluyorum Polly izin vermiyor. “Bir ay önce ayrıldığın sevgilin var ya?” diyor. Ben aniden “Kenan mı?”, diye atılıyorum, bu sefer ben kazanıyorum. Daha önce bu kadar hızlı Kenan dediğimi o sürüngen Kenan duymuş olsaydı tüm ukalalığı ile şöyle derdi; “Bana aşıksın bebeğim!” “Evet”, diyor Polly, Kenan, ondan ayrılma kararını benim sayemde verdin. Bu sefer konu daha ilgi çekici geliyor çalan telefonuma aldırış etmeden Anna’nın gözlerinin içine bakıyorum, resmen gülen gözler, çok sık rastlananlardan değil, birazda benimkilere benziyor sanki. Kafamı sallayarak kendime gelmeye çalışırken Anna konuşmaya başlıyor. “Biraz sakin ol, kendini bulandırma”, diyor. Gülümsediğimi hissediyorum, o devam ediyor. “Kenan’dan ayrıldıktan sonra kendini çabucak toparlaman benim sayemdeydi”, diyor. Ama diye bir yumruk oturuyor boğazıma, o sıra karşımdaki iki kadının birbirine baktıklarını görüyorum. Birbirlerine gülümsüyorlar mı ne?... Evet gülümsüyorlar. Ben araya giriyorum bu sefer, cümlem amayla başlıyor. “Ama ben, bazen hala Kenansız nasıl yaşayacağımı düşünüyorum.” Polly ve Anna ikisi birden aynı anda bana doğru dönüp gözlerimin içine bakıyorlar. Polly birden kahkaha atmaya başlıyor, bu kadına hayran olabilirim aptallığı var bu sefer yüzümde, dinliyorum. “Kenan olmadan önce nasıl yaşıyordun?” diyor. “Artık varolduğunu biliyorum ve nasıl yaşayacağım diye düşünüyorum”, oluyor karşılığım. Tatlım diyor Anna, “düşünüyorsun işte sadece ama bu yetmez, biraz da…” araya Polly giriyor ve biraz da’dan alıyor kelamı devam ettiriyor. “Biraz da benim suçum”, diyor ve ekliyor “ama seçenekleri görmen de gerekiyor.” Kafam allak bullak oluyor, Türk kahvesi içmeyi teklif ediyorum kabul ediyorlar. Aslında şarabım vardı ama dün dibini buldum kusura bakmayın kibarlığını gösteriyorum kahveleri yaparken ve ben kusuruma bakıyorum. Zira şarap içmek istiyorum.

Terasta kahveleri içerken ağlamak için kendimi zorluyorum bir türlü beceremiyorum. Neden ağlayamıyorum diye sızlanırken Polly elime dokunuyor, bir sıcaklık hissediyorum. “Ağlamanı gerektirecek bir şey olmadığı için ağlayamıyorsun”, diyor. O sıra diğer elimde benzer bir sıcaklık daha hissediyorum, Anna. “Ne hissettiğini bilirsen ağlarsın sadece hissedeceklerinden korkma” diyor. İkisinin sıcaklığını da ellerimde hissederken birbirlerini tamamladıklarını fark ediyorum. Evet diye bağırarak ayağa kalkıyorum ve ani hareketimden utanıp kalktığım sandalyeme aynen iniş yapıyorum. İş yerimde takındığım çok bilmiş halimle, bir tek farkla daha sakin olarak konuşuyorum. Seçim yapmam gerekiyor. Polly ekliyor, “ve keyfini çıkarman.” Peki diyorum birden, “içimde arada hissettiğim o sıkıntı ne oluyor?” “Benim seni biraz yoklamam oluyor”, diyor Polly. “Sana sinyal gönderiyorum, kendini gör sinyali.” Kahvemin son yudumuyla olanları anlıyorum ama zaman istemeyi de unutmuyorum, biraz daha düşünmek için. Onları bir arada görmeyi seviyorum. Sanırım onlar da beni seviyor.

İçimdeki kadınlar da ben de yoruluyorum, sonunda birbirimizi kabul ederek yaşamaya karar veriyoruz. Yatmadan önce bir istekte bulunuyorum, bu iki kadının bir el sıkışıp barış gösterisi yapmaları yönünde. Onları hemen ulaşılacaklar çekmecemden çıkarttığım Japon yapıştırıcısıyla birbirlerine sabitleme kararını almadan, refleks olarak uyguluyorum.

Polly ve Anna bir araya geldiklerinde kendini kandırma oyunu oynamadılar, gerçekleri olduğu gibi kabul edip bir seçim yaptılar. Mutluyuz…

Böylece içimde tek bir kadın oldu, insanların “gıcık oluyorum ya şu Pollyanna’ya” dedikleri cinsten. İçimdeki kadına gıcık olun, ben onunla yaşamayı seviyorum, bir gün sizi de seveceğim…


*İçinizdeki kadınlara sahip çıkın, bazen ayrı yönlerde yol alsalar da doğru olanı her zaman birlikte bulacaklardır. Doğru olansa modern akılla arkaik yüreğin Urla’da bir koyda ayak üstü yaptıkları hoşsohbette gizlidir. Çok abartmaya gerek yok, hepsi size ait vesselam.

5 Aralık 2008 Cuma

Ekonomik Kriz, Depresyon, Nutella ve Sonbahar Aşkları

Son günlerde kime rastlasanız ağızlarının kenarında bir kriz lafının asılı kaldığını görebilirsiniz. Depresyonun ağırlıkla görüldüğü mevsim olan sonbahara krizin de denk gelmesi, agresyonu ve depresyonu arttırıyor haliyle. Malum agresyon üretmeye meyilli bir toplumda yaşıyoruz. Artık kocaman bir bahanemiz de var “ekonomik kriz”. Anlayışın toprak altı yapıldığı bir dönemde miyiz yoksa insan olmayı unutmaya başlayalı çok mu oldu? Soru sorma, bahanenle soldan devam et, onu kır, bunu yık, harca, değersizleştir, değersizleş,sakla-verme, tüket… Sonrası mı? Helal olsun! Ardımızdan bir camii avlusunda yankılanacak. Olamadığımıza, son ama asla son olmayacak bir helal çakılacak.


“Peki benim bundan neden haberim yok” çocuk naifliğiyle yaşayan pek muhterem, ama aynı zamanda pek zavallı, ağızlarının kenarında nutella kalmış bir kesimde yok değil. Bu pek muhterem kesimdeki yaratıklar (yaratık diyorum çünkü insan olmadıkları kesin) işaret parmaklarının yanına alaycı gülümsemelerini ekleyerek konuşan insanlar (mış gibi aslında) tarafından, sadece saliselik bir zamanda taciz ediliyorlar. Sonrası mı? Unutmaya programlanmışlık, belleksizlik.

Hazan yaprakları oradan oraya savrulurken evde oturup nutella kaşıklayarak endorfin yükseltmeyen kadınlar ve adamlar da var. Onlar da bir yolda yürüyorlar, upuzun bir yolda. Yolun devamını görmeyen ayakların altında yapraklar eziliyor. Sonbahara en çok elele tutuşan çiftler yakışıyor. Aşk ekonomik kriz dinlemiyor. Yağmur başlıyor, trafik sıkışıyor, otobüsün içinde nefes alınamıyor birbirine bakan gözler hiçbirini fark etmiyor. Fark etme devre dışı kalıyor, hissetme aktif.