1 Eylül 2010 Çarşamba

İÇİNDEYİM BELKİ DE TAM DIŞINDA

Bir varmış bir yokmuşlu başlayan hikayelerden değil, sayfayı heyecanla çevirmek isteyeceklerinizden de değil. İçine sizi çekip sürükleyenlerden de.

Kasıklarım yanıyor diye bağırdı kadın içinden. Beyaz dizilerden hiç değil. Ona dokunmasını istedi birisinin çığlığını duyup. Ayşe’li, Hüseyin’li, karakterli bir hikayede değil, sakın! Sıcacık bir dokunuştu dilediği, tanrıdan mı? Kim bilir? Nefes alması hızlanıyordu yavaş yavaş. Kendinden korktu. Sokuldu kendine. Saklanmak istedi, vazgeçti. Korkusu sarıyordu tüm bedenini. Duvardaki çok iyi yapılmış reprodüksiyon tablonun içinde kaybolmak istedi, kendi düşleriyle yaptığı. Kaçamam dedi, dokunun biriniz bana.

Hiç ilgi çekici değil, daha önce söylemeye çalıştığım gibi. Kalkamıyorum yerimden, gerçekten kaybolmak değil dileğim. Elimi uzatsam, şuradaki tam karşımdaki kitaplığa, sözlüğü alsam elime sözcükler beni sırtlasalar; dedi. Bilmediğim kelimelerin peşine takılsam belki bir romanda yerimi alırım dedi. Beceremedi. Yoksa yazım kılavuzunu mu çeksem yerinden, kendimin düzgün halini öğrenebilir miyim? Hayır ben bir kelime değilim ki. Sadece kendimi kurtarmak içindi, ama hemen vazgeçmiştim; dedi. Hem de çok kısa zaman önce. Kasıklarım yanıyor diye bağırdı kadın içinden. Beni duyan yok mu? Kapının zili çaldı o anda. Kadın nasıl birisi ve ne şekilde yatıyor yatakta gözünüzde canlanabildi mi? Bana inanmalısınız. Çırılçıplağım dedi kadın, nasıl açabilirim ki kapıyı. Ama ben seni diledim, istesen içeri aracısız girebilirsin dedi. Seviniyordu, bunu saklamadı. Kapı zili bir daha çalmadı. Sessizliğin nasıl olduğunu kadın yüzünde saklıyordu. O sessizliği aynadan dinledi. Kapıda kimin nasıl birisinin olduğunu merak ettiniz mi yoksa, belki de fırlatıp atmışsınızdır çoktan elinizde okumakta olduğunuzu. Yine aynadan gördü dilediğini belki de umduğunu. Zili çalan şimdi aynadaydı.

Elinizdeki bir sayfa kağıt parçası değil de izlemekte olduğunuz bir film olsaydı şu anda aynadakinin ve kapıdakinin kim olduğunu biliyor olurdunuz. Her şey benim elimde, anlatacağım. Nasıl anlatacağım, belki de hiçbir zaman kim olduğunu anlayamayacağınız bir şekilde anlatacağım. Adını bile hatırlayamayacağın bir kitabın arasından düşecek bir kağıt parçası okunmaya değer midir? Bu sorunun cevapını verebiliyorsun şuanda. Özür dilerim anne dedi aynadaki kimse. Sesini tarif edebilirim nasıl kısık olduğunu ve o kadar da etkileyici olduğunu ama asla kulaklarınızda o sesi çınlatamam. Seni çok üzmüş olabilirim ama inan… Nasıl birisi olduğunu, kaç yaşında olduğunu, cinsiyetini bilmiyorsunuz hala. Kafanızda canlanıyor kesin ama benim anlatmak istediğim değil. Özgür mü bırakmalıyım sizi? Göreceğiz. Kadın aynadaki yüze dokundu, beni duyduğunu biliyordum; dedi. Genç bir erkek suratı aynadaki kadının omzuna kafasını yasladı. İnan anne isteyerek yapmadım. Canım çok yandı ama kimse anlamadı oğlum. Hep uğraştım yattığım yerden sesi duyurmak için. Sen de inan hep biliyordum, sesimi duyduğunu benimle yandığını. Kadının omzundaki erkek suratı yok oldu, aynada kadın yine kendiyle kaldı. Bu kendiyle kalma hali uzun sürmedi. Kadının elini bir çocuk çekiştirdi, kadın şaşkın baktı. Ayna çocuğu göremedi kadının bakışı aynada boş kaldı. Ben seni affedebilir miyim anne? dedi çocuk. Kadın sen benim değilsin dedi ve aynada kayboldu. Aynada görülmeyen sesler kaldı. İkisi de yok olmadı aslında sadece aynada görünmediler, kadın çocuğa yaklaştı ve yok oldu. Aslında vardı. Ben seni tanımıyorum dedi kadın çocuğun yüzüne yüzünü yaklaştırarak. Ve dikkatle baktı. Çocuk gülümsedi, biraz önce yüzümü okşuyordun dedi. Dikkat şaşkınlığa dönüştü, kadın aynada tekrar var oldu.

*Hiçbir zaman bitmeyecek hikayeler vardır, bitmeyi bile hak etmeyenler, sen de öylesin işte…