10 Nisan 2009 Cuma

ZAMANSIZ OLDU BİLİYORUM

* “Zamansız oldu biliyorum; ama ne zaman doğru zaman bilemezsin sen sevgili fani” diye bağırıyor içimdeki organlar. Ben de mi onlara bağırmalıyım? Bunu bilmiyorum. O kadar saygısız olmayacağıma eminim ama şunu söylemeliyim ben sizin yüzünüzden faniyim. Umarım bu gerçeği kaldırabilecek sağduyudasınızdır. Gerçi bunu söylemedim, hissedebilir misiniz? Aranızda dedikodu da yapıyorsunuzdur kesin. Kendime göre haddimi aştım o nedenle susmalıyım. Şimdi size görünür gerçeklerden bahsetsem ne kadar dayanabilirsiniz. Ben ne kadar susabilirim? Bunu düşünün.

* Zamansız oldu biliyorum; seni terk ettiğimi şu an söylememeliydim. Yoruldum, seni incitmek istemiyorum vs vs mavallarını okutmak istiyorum köşe başındaki okuma bilmeyen senin sevmediğin bakkala. Çok mu acımasız oldu? Ben yukarıdaki kadar kibar olamayacağım, üzgünüm. Acımasız olabilir evet, ama sen bunları duymayı hakkettin. Ağlamalısın bence, küçük bir kız çocuğu olmalısın karşımda ve ben senden bir kere daha nefret etmeliyim.

* Zamansız oldu biliyorum; yukarıdaki cümleleri hiç yazmamalıydım. Evet korkuyorum kendimden, olduğumdan ve bir türlü olamadığımı görmekten. Bu cümleleri yazanı sevmiyorum. Sevmek zorunda mıyım? Pek tabii kendine katlanmak zorundaymışsın gibi yaşayamazsın, böyle bir hayatı kendine layık görmemelisin ama ben de yoruldum aynı şeyleri içimden tekrarlamaktan. Alışmayacağım, kazanmayı planlıyorum. Biliyorum genç değilim ama en azından yaşamaktayım hala. Sırtımın ağrısından şikayet etmemeyi öğrendim mesela. Bu bir aşama mı? Ben değerlendirmeyeceğim. Kafam karışık, evetlerden bir demet ama neden demet.

** Zamansız olacak biliyorum; ama… Sağduyusuz bir orospu makyaj yapıyor ruhuma, boyuyor beni en basitinden. Peşkeş çekiyorum zorla, yaşamadığım zamanlara çocukluğumu. Ağlamak istiyor zırlıyorum, çalıyor göz yaşlarım sevmediğim bir melodide. Yorulmanın ne demek olduğunu ben biliyorum ama anlatamıyorum. İçimdeki küçük kız koşturuyor, ensesinde bir kelebek kanadı, çıkmıyor çıkamıyor bir ana yola. Bağırıyor olmayan bir köşenin başında simitçi “çıkmaz yol, çıkılmayan yollarım var” diye. Çıkmaz yollar yenmiyor, yenilemediği için sıçılamıyor. Kurtuluş yok yaşayacaksın bu bokla diye fısıldıyor hayat.

7 Nisan 2009 Salı

BİRİ SORAR... VE DİĞERİ CEVAP VERİR...

“Eğer kalbim sonsuza dek sevmeyecek kadar aşağılık olsaydı, dişlerimle parçalardım onu” Napoleon


Kapat çeneni diye bağırarak susturdum onu.

Ağlamaya başladı, işte buna hiç dayanamıyordum. Sessizce, omuzları titreyerek ağlıyordu. Her zaman ki gibi güzeldi hatta daha güzel. Dudakları pespembe. Yanına gidip dizlerimin üzerine çöktüm, baktım anlamına ve istedim onu. Delirebilirdim o an, onun için, gözyaşlarını içmek istedim kana kana. Benden nefret ettiğine emindim.

“Seni istiyorum” dedim fısıldayarak. Ağlamasını durdurdu ve başını bana döndürerek gözlerimin içine baktı. “Nasıl bir orospu çocuğusun sen” demesini beklerken “Seni Seviyorum” dedi bana. Ne biçim bir boyun eğiş? Nasıl bir şey kadın olmak?

Anlamadım…

Her zaman iyi sevişmiştik ama o gece başkaydı, bambaşka… Çünkü ben kadınımı anlamaya çalışmıştım en hayvani yanımla. Ve kadınım her halimle baştan kabul etmişti beni, sonsuza kadar. Ve o geceki inlemesi hala kulaklarımda. Çocuklarınıza ninni diye dinletmelisiniz kadınlarınızın o özel inlemelerini. Ve biz, hepimiz, erkekler, birer “orospu çocuğu”.

5 Nisan 2009 Pazar

SAYILARIN GİZEMİ



O gün canınız neyi isterse ona gizem yükleyebilirsiniz…

Ben uzun zamandır kendimi sayılara yakın hissettiğim için bu ara onlara gizem yüklemeye karar verdim. Elbette gizemle tanımlamak gerekmiyor hayatın içinde var olanları. Ama bu şekilde biraz daha eğlenceli ve bilinmezin çekiciliği ve uydurma, tesadüfler ve neden olmasın düşünesi…

Sayılarla maceramız çoğunlukla ilkokul sıralarında başlar. Öğrenme zorunluluğu… Neden 2, 1’den sonra geliyor hiç anlayamıyorum… Neden sayıları ezberliyorum neden o ezberlediğim sayıları birbirleriyle çarpıyorum bir de çok gerekliymiş gibi onları da ezberliyorum… Bölüyorum, topluyorum, sınanıyorum… Sayılar beni rahat bırakmıyor ben sayılardan ne istiyorum anlayamıyorum… Zorla ezberliyorum, okul bitiyor…

Ama sayılarla olan maceram bitmiyor. Çünkü eğitim hayatım devam ediyor… Bu noktada bir bilinmeyenli denklem yetmezmiş gibi iki hatta üç bilinmeyenlilerle muhatap olmak durumunda kalıyorum. Eğleniyorum… Hocam başımı okşuyor. Bir X’i bulmanın yarattığına bak, sevgi olarak geri dönüyor. Her bilinmeyeni bulduğumda sevileceğimi zannediyorum. Sonra, çocuk aklı işte dizimdeki yarayla koşarken bir topun peşinde, unutuyorum.

Unuttuğumu tekrar hatırladığımda bir bakmışım lise sıralarındayım. Aynı bilinmeyenler X; Y; Z ama bu sefer bulamıyorum. Kimsenin beni sevmediği yetmiyormuş gibi bir de üzerine cezalandırılıyorum… Gene bir sayı veriyorlar, hiç hoşuma gitmiyor. Zira 2’nin 1’den sonra gelen en küçük sayı olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. “X de ne karaktersizmiş, senelerdir sayısı değişiyor” diyorum, kimse aldırış etmiyor. Ben X’e 3’ü uygun görüyorum ve onu sevmeye başlıyorum. Aldırmazlarsa aldırmasınlar benim X’im artık karakterli ya ben rahat rahat dersleri ekebiliyorum. Okulun bahçesinde sayılardan uzak, ipe sapa gelmez konuşarak büyüyorum. Gülümsüyorum…

Ama sayılar yakamı bırakmıyor. Üniversite sınavı denen bir şey benliğimin kapılarını zorluyor. Sınanmanın iyi bir şey olduğunu zannettiriyorlar, önemsemiş gibi yapıp binlerce soruya gömülüyorum. Sorulardan sayılar ile ilgili olanları dinlenmek için kullanmaya başlıyorum. Sıkıldıkça bilinmeyenleri buluyorum, o açıdan girip bu hipotenüsten çıkıyorum, oynuyorum. Tabii ki sözel öğrencisiyim ve sayılarla dinlenmem aklı selim karşılanmıyor. Ben Pisagor’u o zaman sadece ismen biliyorum. Sınavları kazanamıyorum zira neden birileriyle yarışmak zorunda olduğumu anlayamıyorum. Ama muhtemelen sınavlar bana bir şey söylemeye çalışıyor çünkü ben her sınavda aynı puanı alıp Üniversite sınavından çakıyorum. Neden hep aynı puanı aldığımı anlamayıp, yılıp Su Ürünleri ismi verilmiş bir bölüme giriyorum. Sayılar gene peşimi bırakmıyor. En sevdiğim ders İstatistik oluyor, sayılarla oynamaya devam ediyorum. Kendimi kasmadığımdan en yüksek puanları ben alıyorum. Umursamadan bana verilen sayıların karşılığı olarak mezun oluyorum.

Sınanmayı anlayamayan ama sınanmaya doymayan biri olarak tekrar sınava giriyorum. Gene aynı Puan… “Bırak” diyorum kendime inatçı olduğumdan bırakamıyorum. Sonunda oluyor ve sayılar istediğim bölüme gireceğim sayılara basıyor. Ve evet istediğim bölümdeyim. Artık hayatımda sayılar olmayacak diyorum. Yanılıyorum…

Büyüdükçe hayattaki her şeye anlam yüklüyorum, sonra birileri gelip benim yüklediğim tüm anlamları yerle bir ediyor. Ben yeniden anlamlandırmaya çalışıyorum. Bu sırada doğum günlerim oluyor üzerinde yaşıma tekabül eden sayıda bir de mumları, üflüyorum. Dilekler tutuyorum. Seneler, aylar, günler sayılarla ifadelendiriliyor. Sayılar akıyor zaman geçiyor. Sayılar hayatın içinde bunu biliyorum ama hayatla sayılarla oynadığım gibi oynayamıyorum. Bir süre sayılardan kopuyorum işim cümlelerle… Anlamlarla oynuyorum, yaptığım şeyi seviyorum… Hayatla oynayamadığım için sözcüklerle oynuyorum. Seneler yaşadığım her şeyi bilinçdışıma tepiyor. Bilinçdışım mucizevi hafızasıyla aynı tarihlerde beynimi bulandırıyor. Sayılar bilinçdışımı da hakimiyeti altına alıyor, aldırış edemiyorum.

Bir gün gazetenin birinin bulmaca ekinde sayılı bir bulmaca görüyorum, kendimi ona bakmaktan alamıyorum. Adına Sudoku diyorlar. İlk defa bir şey için yerlerde debeleniyorum, sonunda kendi yöntemimi geliştiriyorum. Beynimin bana oynadığı tüm oyunlardan sıyrılıyorum, Sudoku çözüyorum. Sayılar bir şekilde hayatıma gene giriyor ben gene oynuyorum. Sayılar bana hayatın bir oyun olduğunu anlatmaya çalışıyor, inanamıyorum. Hayatımda belli sayıların sık sık karşıma çıktığına dikkat ediyorum, ilgilenmiyorum. O kadar tesadüf oluyor ki görmeden edemiyorum, ilgileniyorum…

Bazı sayıların benim hayatımda önemli rolü varken hayatıma giren insanlarla ilgili de belli sayıların öne çıktığını hayretle karşılıyorum. Pisagor sayıların anlamı vardır diyor ve açıklıyor. Belli kültürler sayıların gücüne inanıyor, bütün dinler de belli sayılar öne çıkıyor ve hepsi anlamlandırılıyor. Ben fazla yanılmadığıma inanıyorum. Ve evet sayılar gizemlidir diyorum. Bu gün gizemli olduğuna inanmak istiyorum. Çünkü hayatta var olan her şeyin bir anlamı olduğuna inanıyorum, inanmak istiyorum.

Ben hazan mevsiminde bir ayın 25’inde doğdum hem de yalnız başıma değil. Ve 25 sayısı benim hayatımda karşıma çıkmaya devam ediyor. 25 yaşımdayken hayatım için önemli olan bir karar veriyorum. Canım acıyor ama hayatım değişiyor, pişman olmuyorum. Hiçbir şeyi bilinçli yapmıyorum geçen zaman bana dikkatli olmamı emrediyor. Mecburen oluyorum… 25… Daha ne gizemleri barındırıyor kim bilir içinde?.. Bilmiyorum… Ama gerektiğinde bileceğim bunu biliyorum.

Kendi gizeminizi çözememiş olabilirsiniz ama en azından hayatınızdaki sayının gizemini çözün derim ben. Hayatta yaşadığımız her şey bizi yaşayacağımız başka bir şeye hazırlar. Belki “O” sayı sizi birine hazırlıyordur.

Neden olmasın?...