12 Mart 2012 Pazartesi

VAROLUŞÇU BİR KARAKTER OLSAYDIM, BEN, BUGÜN…




Anne; bugün yine geç uyandım, yalnız da kahvaltı edilmiyor be! Ayaküstü bir şeyler atıştırdım, sigara altı olsun diye o da... Sonra… Yüksek sesle gazete okudum sesimi duymak için. Hep aynı koltukta oturdum, arada telefonum çaldı, açtım, konuşurken sıkıldım. Sonra beni güldürdü biri, çok güldüm. Gördüğüm herkese anlattım üç kişi veya beş, saymadım. 9 kere 7 kaç ediyordu diye düşündüm, parmaklarıma baktım. Bildiğin parmak işte... Öyle... Müzik vardı elbette kulağıma çalan... Evdeki ses için sokakta oynayan çocuklara baktım, bağırmadım. Bağırılmaz çünkü çocuklara, kıskançlık o kadar ortaya saçılmaz! Bazıları inkar da edebilir... Pencerenin önüne oturup parçalanmış dizlerimi düşündüm, hiç acımazdı. Şimdi neden amacımıza giden yolda tökezlediğimizde bile daha çok canımız acıyor? Sordum… Cevap veremdim, gene sordum. Kanayan yarayı göremediğimizden mi? Böyle şeyleri inan hiç düşünmedim daha önce, nedense şimdi aklıma geldi, neden geldiyse… Boş ver!

Güneş gene yüzünü göstermedi. Ağzımın kenarında bir yara çıktı, parmağımla bastırdım hiçbir şey değişmedi, duruyor hala orada. Pek de fark edilmiyor aslında… Belki ihtiyacı vardır bana diye sıcak kaşıkla korkutmadım onu. Yemek yapayım dedim, döktüm bütün sebzeleri tezgâha sonra aynı koltuğa geldim oturdum, kalkamadım bir daha… Sonra kapı çaldı açmak yerine küfrettim, kapıdaki sesimi duymadı ısrar da etmedi Allahtan. Kesin sevdiğim biriydi ısrarcı olmadığına göre… En sevmediğim ziyaretçi kapıyı dövenler mesela. Sanki ömrünce biriktirdiği öfkeyi benim kapıma kusuyor pezevenk. Bir de aceleyle kusuyor, öfkesi bile hızlı… Her kimse artık, tanımam etmem. Açmıyorum ya kapıyı, deliği de boyamıştım turuncu keçeli kalemle bir halt görünmüyor. Baktım mı oradan, bu şehre doğmamış güneşleri görüyorum. Kapıdaki de gitmiştir oluyor herhalde… Neyse…

Bu gün en az beni bir kere düşünüp özlemişsindir, eminim. Sen de olmasan kim özleyecek be anne! Zaten kimse senin gibi özlemez… Bu da başka bir konu tabii…Kağıt, kalem aldım, oturdum masanın başına… Aklı başında bir şeyler yazayım dedim. Olmadı! Aklı başında cümleler düzmek için insanın aklının başında olmaması lazım. Benim ki çok başında aklımın… Zaman da bazen hiç geçmiyor, yeşil çay içtim sürekli çişim geldi de biraz yürümüş oldum evin içinde tuvalete kadar. Sonra tansiyonum düştü, bacaklarım titremeye başladı… Ben de fırsat bildim bunu eski sevgililerimi düşündüm. Titreme geçti… Evde yemek de yok, acıktım, zaten bu ara şişmanladım yemesem de olur. Aslında karnı doyurmak için hap olsa uğraşmasak değil mi? Kesin biri bunu düşünüp yapmıştır da benim haberim yoktur. Öyle olur hep! Birileri hep benden önce davranır. Ve buna düşünme değil hareket kabiliyeti denir.

Yağmur yağıyor, duramadı piç yağmur. Sanki benim onu piç bırakan, eziyet gibi yağıyor. Tafrasına kurban olduğum bir kedim bile yok, kedi maması aldım, koydum koltuğun kenarına. Duruyor öyle… Biri kahve yapsa da içsem, yok ki, yapan.
Elektrikler de gitti, şansımı sikiyim. Birazdan mumları yakarım, ev yanmamış olursa hayatıma kaldığım yerden devam etme hayalim var.
Seni hep severim anne, beni doğurduğun için değil, beni doğurmak seni mutlu ettiği için… Kendine bana baktığından daha iyi bak. Seda Sayan gibi kokulu kokulu öpemem seni ama kendim gibi sarılırım işte…

Sarıldım, Bye!

1 yorum:

puya dedi ki...

duygu saganagına mı yakaladın hıııı:)))